Şehit Düştüğü Tarih: 28 Nisan 2001
Şehit Düştüğü Yer: Ankara Numune Hastanesi
Doğduğu Tarih: 5 Mart 1968
Doğduğu Yer: Samsun, Vezirköprü
Mezar Yeri: Samsun
Büyük
direnişde
bir ölüm orucu savaşçısıydı. Zorla müdahale işkencesi altında son nefesine kadar
iradesiyle direnerek ölüm orucunun 191. gününde şehit düştü.
2000 yılının 19 Aralıkındaki katliam gününden bir çok
insanın hafızasında kalan görüntülerden biri de Ulucanlar’da
iki kadın devrimcinin yüzlerce eli kanlı katil sürüsü karşısında “gelmeyin yakarız, yoldaşlarımızı bırakın...”
diyerek ellerinde tuttukları çakmakla geceyi aydınlattıkları görüntüydü. O
gün katiller sürüsü kudurmuşçasına saldırmıştı. İşte o görüntüdeki iki kadından
biri TKİP davası tutsağı Hatice Yürekli, diğeri DHKP-C'li
Fatma Hülya Tumgan'dı. Fatma, ölüm orucunun 191’inci
gününde, kendisinin başladığı gün itibariyle 185’inci gününde direnişte 51’inci
şehit oldu.
5 Mart 1968’de Samsun’un
Vezirköprü ilçesinde doğdu. Türk milliyetinden sünni
bir ailedendir. Altı yaşındayken babasının işi nedeniyle Niğde’ye taşındılar,
ilk-orta ve liseyi Niğde’de okudu. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Coğrafya Bölümünü kazanarak Samsun’a gitti. Devrimci yayınları
okumaya başladı. Dev-Gençlilerle tanıştı.
Mücadeleye katılmasının ilk
adımlarından biri, hapishanelere yönelik çıkarılan “1 Ağustos Genelgesi”ne
karşı imza toplamak oldu. Devrimci tutsaklara karşı büyük bir saygı duyuyor,
onlar üzerindeki baskıların insani olmadığını düşünüyordu. Yine aynı nedenle
yapılan açlık grevine katıldı.
Okulda kurulan öğrenci derneğinin
kurucu üyesi oldu, artık bir Dev-Gençliydi. Devrimci tutsakları karşı duyduğu
sevgi ve saygı, onu tutsak yakınlarına da yakınlaştırdı. Samsun TAYAD’ın açılması çalışmalarına katıldı. Üniversiteyi
bitirdikten sonra da Samsun’da kaldı. Bir süre vekil öğretmenlik yaptı. Sonra
öğretmenliği bırakarak Mücadele Dergisinde çalışmaya başladı. 16-17 Nisan
operasyonları sonrasında gözaltına alınarak tutuklandı. Ankara Ulucanlar
Hapishanesi'ne konuldu. Burada olduğu günlerde yapılan süresiz açlık grevine
katıldı. Tahliye olduktan sonra yine Samsun’da Mücadele Dergisinde çalışmaya
devam etti.
Yine uydurma gerekçelerle bir kez
daha tutuklandı. İşkenceler, hapishaneler onu yıldıramadı. Tahliye olduğunda
yine “kaldığım yerden devam” dedi. Ve Samsun’da demokratik alanda mücadelesine
devam etti. 1994 başlarında bir kez daha gözaltına alınarak tutuklandı.
Tutsaklık sürecinde Ulucanlar
katliamını yaşadı. Korkmak, yılmak bir yana, bu düzene olan kini, öfkesi bir
kat daha arttı. Ulucanlar hapishanesindeki Parti-Cepheli tutsakların
temsilcisiydi. Bir Parti-Cephe kadrosuna yaraşır şekilde büyük bir direnişin
içinde ölümsüzleşti.
FATMA HÜLYA TUMGAN’IN ÖLÜM ORUCU
GÖNÜLLÜLÜĞÜNÜN KABUL EDİLMESİNİN
ARDINDAN
DUYGULARINI ANLATAN YAZISIDIR:
Merhaba; Öncelikle partime, ölüm orucu gibi bir
görevi bana verdiği için teşekkür ediyorum. Bu süreci uzun zamandır tüm
yoldaşlarım, tüm özgür tutsaklar büyük bir sabırsızlıkla bekliyorduk ve nihayet
özgür tutsaklar cephesinden saldırıya geçtik. Bu görev benim için bir onurdur.
Hele ki bu görevi Ulucanlar Hapishanesinde yerine getiriyor olmak daha büyük
bir onur. Daha devrimcilerle yeni tanıştığım bir dönemde ilk okuduğum bizim
yayınımız, 84 Ölüm Orucu’nu anlatan “Direniş
Ölüm ve Yaşam” kitabı olmuştu. Kitap beni çok etkilemişti. Okurken günlerce
direnişçilerle o duyguları yaşamış, çektikleri acıları bedenimde hissetmiştim.
Okuduğum süre içerisinde yemek dahi yiyememiştim.
“Devrimcileri idealleri uğruna böyle dirençli kılan
şey neydi? İnsanlar nasıl böyle ölüme gülerek gidebilirlerdi.” bunları
düşünüyordum. Onlar gibi olmak bana imkansız gibi
görünüyordu. Onlara saygı duyuyordum. Devrimci olmamda etkili olan kitaplardan
biridir. Tabii o zaman sadece bir kitap olarak görüyordum. Oysa yazılan bir
tarihti. Ve yıllar sonra, 96 ölüm orucu eyleminde hapishanede
bir özgür tutsaktım. O sürecin ölüm orucu ile aşılacağını düşünüyor ve
sabırsızlanıyordum. Gönüllüler arasındaydım, ama olmadı. 96 ölüm orucu döneminde sorumlu insanlardan biri
olarak ölüm orucu savaşçılarımızdan ve diğer yoldaşlarımdan çok şey öğrendim.
Bedenlerini silaha dönüştüren yoldaşlarımın kararlılığı, özverisi, fedakarlığı, bağlılığı bir çok insanı etkiledi. Mücadeleye
daha sıkı sarılmasına neden oldu. İlk kadın ölüm orucu şehidimiz İdil oldu.
Onun yerinde olmayı kıskançlıkla istedik. İdil kısa bir dönem burada kalmıştı.
Onu tanıyan biri olarak mitralyözleşen İdil’i düşündüm. Bir
çok insanı olduğu gibi beni etkileyen biri de 96 ölüm orucu sürecimizdi.
Gerçekten de insanlarımızın geçmişine şöyle bir baktığımızda, 84, 96 ölüm orucu
süreçleri devrimci olmalarında etken olan süreçlerdir. 2000 yılı ölüm orucu
döneminde de aynı şeyler yaşanacak. Nasıl yüzlerce İdil, yüzlerce Berdan, yüzlerce .... katıldıysa devrim saflarına şimdi de öyle olacak.
Tabii kazanımlarımız bununla sınırlı değil.
Emperyalizm ve oligarşinin devrimci örgütleri tasfiye operasyonuna güçlü bir
cevap aynı zamanda, 26 Eylül’de Ulucanlar’da sorulan “ölecek
misiniz teslim mi olacaksınız” sorusuna yüzlerin, binlerin haykırışı; SAG ve
Ölüm Orucu direnişiyle asla teslim olmayacağız diyenlerin beklentilerini boşa
çıkarmayacağız. Onlara verdiğimiz sözden geri dönmeyeceğiz. Kırılsak da
eğilmeyeceğiz ve halkımıza devrimi armağan edeceğiz.
Bu sürece başlarken kendi gücümüze güvendik.
Gücümüzü ideolojimizden, halkımızdan, şehitlerimizden, önderimizden aldık.
Farklı hesaplarla direnişin içinde olmayanlar “iddiasızlıklarıyla” yok olup gidecekler.Tek başına da olsak bu saldırının üstesinden
geleceğiz. Çünkü yalnız değiliz. Şehitlerimiz yaşamlarıyla, direnişleriyle
yolumuzu aydınlatıyor. Yoldaşlarımız, ailelerimiz, halkımız bizimle.
Oligarşinin her türlü baskısına, yasaklamalarına, yalanlarına rağmen bugün
hücre hapishanelere karşı önemli bir duyarlılık yarattık. Tabii devlet bunu
etkisizleştirmeye, sindirmeye çalışacaktır. Bunu boşa çıkarmak da bizim
elimizde.
Devrimcilik yaşamımın önemli bir bölümü hapishanede
geçti. Altı yıldır tutsağım. On-onbir yıldır örgütlü
mücadelenin içindeyim. Bu süre içinde kendimi yetersiz hissettiğim dönemler
oldu, kendime güvensizleştim, bu yüzden sürecin gerisinde kaldığım dönem de
oldu. Ama böyle zamanlarda partimin, yoldaşlarımın yardımıyla yenilendim.
Devrimci olmasaydım ne olurdum diye düşündüğümde, devrimci olmaktan başka bir
şey düşünemiyorum. Eğer düzende yaşasaydım nefes alamaz, bunalıma girer ve
ölürdüm. Ne çok şey verdi partim bana, ne kadar güzellikler yaşadım, ne büyük
değerler kazandırdı. Bu güzellikleri istemeyenlere, reddedenlere acıyorum.
Devrim uzun soluklu bir mücadele.
Şöyle
ya da böyle devrimcilik yapılıyor. Heyecanlarla, öfkelerle mücadele yürümüyor.
Yaşamın her anını devrimcileştirmek, kesintisiz devrimcilik bizi zafere
ulaştıracaktır. CHE’yi düşünüyorum, oradan oraya devrim
umudunu taşıyor ve devrimi örgütlüyor, savaşın ortasında şehit düşüyor. Kadın
şehitlerimizden Sabo’yu düşünüyorum, yıllarını devrime vermiş, ailesi örgütü
olmuş, hiç uzak düşmemiş. İsmet komutanımızı düşünüyorum, hiç tereddüt yaşamamış.
Hüsamettin yoldaşımızı düşünüyorum. Genç yaşından ölümüne kadar hep mücadelenin
içinde olmuş, gelişmiş. İsmet komutanımızdan çok şey öğrendim. Dışarıdan
tanımıyorum, hapishanede tanıdım. İsmet için “imkansız”
diye bir şey yoktu. Bu devrim idddiasının somutlanmasıydı.
Hiçbir zaman “neden” sorusunu cevapsız bırakmazdı. Yoldaşlarına karşı olabildiğince
sevecen, fedakar, olabildiğince eleştirel, acımasızdı.
Çok şey öğrendim İsmet komutanımızdan. Ulucanlar hapishanesine yolu düşen bütün
yoldaşlarımız çok şey öğrenmiştir İsmet’ten. Onun emeğini, güvenini boşa
çıkarmayacağız. Ulucanlar Hapishanesinde 26 Eylül gecesi İsmet’ten devraldığımız
bayrak şimdi bizim elimizde. Ve ölüm orucu eyleminde bayrağı ben devralacağım.
Ve zulmün kalesinde asla yere düşmeyecek. Benden sonrakilere devredeceğim. Son
nefesimi verirken gözüm arkada kalmayacak.
Şimdi ülkemizin bütün hapishanelerinde, vatanımızın
her köşesinde karanfil kokuları yayılıyor etrafa. Boran fırtınasının ortasında
'84 ve '96 ölüm orucu şehitlerimizden öğrendiklerimizi şimdi biz ileriye
taşıyacağız.
Kadın yoldaşlarımızın bugün mücadeledeki yeri
tartışılmaz. Sabo’nun kadın yoldaşlarına seslenişine cevap dört bir yandan
geldi... hapishanelerden, İdil’den. Şimdi kadın ölüm
orucu savaşçılarının her birinin İdil olmak için yarıştığını biliyorum. Ne büyük mutluluk yeni İdil’lere. Ne büyük mutluluk devrim
inancını son ana kadar savunacaklara. Ne büyük mutluluk Parti Cephelilere... Ve
ölüm orucu savaşçısı olmak büyük sorumluluk bunu biliyorum. Yoldaşlarımın
gözü üzerimde, halkımızın gözü üzerimde, ailelerimizin gözü üzerimde. Onların
beklentilerini boşa çıkarmayacağım. Ulucanlar hapishanesinden oligarşinin
hücrelerini yıkan top güllelerinde biri olacağım. Parçalanan her hücremizin
parçalanan hücre tuğlaları olacağını biliyorum. Halkımızı, Partimi, yoldaşlarımı
bir kez daha Ulucanlardan selamlıyorum. Özellikle kadın savaşçılarımızın İdil’imizden
öğrendiği çok şey var. Yeni mitralyözlerin takırtıları hiç dinmesin. Ta ki zafer takırtılarına kadar.
Devrim yolunda bir Parti-Cepheli olarak, büyük ve
güzel bir ailenin üyesi olarak şehit düşersem, doğduğum yere, Rıfat ÖZGÜNGÖR’ün yanına gömülmek isterim. Rıfat bizim oranın ilk
şehidiydi. Onunla yarışmıştım, o önce davrandı. Şimdi sıra
bende. Partim Ankara’da, şehitlerimiz aynı yerde olsun diye düşünüyorsa,
Ankara’da İsmet’in yakınlarına gömülmek isterim. (...)
YAŞASIN DEVRİMCİ HALK KURTULUŞ PARTİSİ CEPHESİ!
YAŞASIN ÖNDERİMİZ DURSUN KARATAŞ!
HÜCRELERE GİRMEYECEĞİZ DİRENECEĞİZ!
YAŞASIN SAG VE ÖLÜM ORUCU DİRENİŞİMİZ”
Fatma Hülya Tumgan'ın
Band Takma Törenindeki
Konuşması:
Merhaba Yoldaşlar,
Merhaba Dostlar,
Ölüm Orucu direnişimizin coşkusu ile hepinizi
selamlıyorum.
Nihayet beklediğimiz günler geldi. Çok uzun zamandır
sabırsızlıkla bekledik bu anı. Süresiz açlık grevi direnişimize başladığımızda
bu sabırsızlığımız daha da arttı. Sabırsızlığımız direnişimizi bir adım daha
ileri götürmenin, koşumuzu hızlandırmanın verdiği bir sabırsızlıktı. Düşmanı
rezil etmenin sabırsızlığı, zafere bir adım daha yaklaşmanın sabırsızlığıydı.
Ölüm Orucu gibi tarihsel bir direnişin içinde yeralmak, Ölüm Orucu 1. Ekibinde yeralmak,
benim için büyük bir onur. Hele de Ulucanlar'da bu
süreci karşılıyor olmak daha büyük bir onur. Ulucanlar'ın
kahraman savaşçılarının şehit düştüğü bu yerde kavganın bitmediğini, devrimcilerin
teslim alınamadığını, yeni İsmet'lerle, yeni Ahmet'lerle, yeni Aziz'lerle
burada olduğumuzu haykırmak büyük bir onur. Bizleri katledebilirler, ama özgür tutsakları
asla teslim alamazlar. Bunu bir kez daha göstereceğiz.
Ölmeye hazır yüzlerce yoldaşım olduğunu biliyorum. Bu bir görev dağılımı. Bizler Ölüm orucu ekibinde yer alarak
görevlerden birini üstlendik. üstlenilecek, omuzlanacak
çok görev var. Yoldaşlarımızın bunları layıkıyla yerine getireceğine
inanıyorum.
1984 Ölüm Orucu şehidimiz Abdullah Meral "Biz
kara bir toprak gibi verimli devrim tarlasına düşen tohumlarız. Bir çok filizlerimiz olacak." diyordu. Evet şimdi 84 Ölüm Orucu şehitlerimizin saçtıkları direniş
tohumları bizlerle boy veriyor.
Ölüm Orucu Parti-Cephe geleneğidir. 1984'te cunta
koşullarında siyasi kimlik mücadelesi Ölüm Orucu ile kazanılmıştır. 1996'da
tabutlu genelgelerine cevabımız yine Ölüm Orucu olmuştur. Ve 2000'e
geldiğimizde bu gelenekler sürüyor.
Hücre saldırısı yalnızca tutsaklara değil, bütün
halkadır. Amaç devrimci örgütleri tasfiye etmek, halkın umudunu yok etmek. Yani saldırı geçmişimize, geleceğimize, umutlarımıza,
değerlerimize, namusumuza, onurumuza. Böylesi bir saldırının geri
püskürtülebilmesi de ancak Ölüm Orucu eylemi ile mümkün olurdu. Ve öyle de yaptık.
Düşmanın manevralarına inanmadık. Kendi gücümüze, halkımıza, ideolojimize
inandık. Gücümüzü tarihimizden, şehitlerimizden, Önderimizden, ideolojimizden aldık.
Eylemimiz dünyayı sarsacak bir güçte ve
büyüklüktedir. Çünkü direnişimiz teslimiyete karşı bir başkaldırı olduğu gibi,
emperyalizme karşı da herşeye rağmen "sosyalizm"
inancının haykırılmasıdır. M-L ideolojinin savunulmasıdır. Bu yüzden eylemimiz
bütün dünya halklarına güç verecek, inanç taşıyacaktır. İşte bu yüzden tarihsel
bir görevle karşı karşıyayız.
Dünya üzerinde emperyalizm
tarafından ezilen, sömürülen halkların gözü üzerimizde.
Geri bıraktırılmış ülkelerdeki aç çocukların gözü
üzerimizde.
Yoksulluktan kıvranan Türkiye
halklarının gözü üzerimizde.
Cefakar analarımızın gözü
üzerimizde.
Geleceği karartılan küçük
yüreklerin gözü üzerimizde.
Bu sorumluluğun bilincindeyiz. Ve halklarımıza Ölüm
Orucu zaferimizi, devrimi armağan edeceğiz.
İdil, dünyanın ilk kadın Ölüm Orucu şehidi olarak
tarihe geçti. Bizler de O'nun devamcıları olacağız. İdil'in son anında dahi
düşmana korku salan inancı, düşmanın beyninde patlayan bombaya dönüşen
bedenini, MİTRALYÖZÜ'ünü şimdi biz kuşandık. İdil,
onlarca İdil'le yeniden doğacak. Ölüm Orucu yeniden doğmaktır. Bugün bizim
düğünümüz. Halkımızın umudunu, Partimizin ideolojisini, şehitlerimizin kanıyla
kızıllaşan bayrağımızı, alın bantlarımızı ve yoldaşlarımızın sıcaklığını
kuşandık. İşte bizim silahlarımız. Dünyanın hiç bir silahı bu güç karşısında
duramaz.
Ölüm Orucu direnişimizde Ulucanlar'ın
ilk şehidi olmak isterim. Bunun için de siper yoldaşımla yarıştayım. TKİP Ölüm
Orucu direnişçisi Hatice Yürekli'yi kutluyor ve
alnından öpüyorum...
YAŞASIN ÖLÜM ORUCU DİRENİŞİMİZ
ZAFERİ ŞEHİTLERİMİZLE KAZANACAĞIZ
YAŞASIN ÖNDERİMİZ DURSUN KARATAŞ
YAŞASIN DEVRİMCİ HALK KURTULUŞ PARTİ-CEPHESİ
Ulucanlar Hapishanesi'nden
Ölüm Orucu Direnişçisi
Atma Hülya TUMGAN
25.11.2000
***
Ölüm Orucu direnişçisi olarak Fatma
Hülya’yla
Yapılan Bir röportaj:
-Ölüm Orucu direnişçisi olmak nasıl bir duygu?
Devrimcilik gönüllülük işidir. Birileri zorladığı
için, birilerine yaranmak için devrimcilik yapılmaz. Çünkü bu mücadelenin
sonucunda, işkenceler, gözaltılar vardır, her türlü zorluğa katlanmak vardır,
sevdiğin insanlardan ayrı kalmak vardır ve tabi şehit düşmek de vardır. İşte
bunları göze almak ancak inanç ve gönüllülük gerektirir. Ölüm orucu da böyledir.
Kimileri “örgüt zorlamasıyla yapıyorlar”, “Örgüt gözden çıkardığı adamları
seçiyor” vb. yalanlara vereceğimiz cevap şudur: “Bunlar yalandır, karalamadır”.
Herşeyden Ölüm Orucu da bir görevdir biz böyle
düşünüyoruz. Nasıl ki diğer devrimci görevlerimizi yerine getiriyorsak, Ölüm
Orucu da yerine getirilmesi gereken bir görevdir. Yoldaşlarımız bunun için “Ben
de ben de” diyerek gönüllü olmuştur. Ben de diyebilmek, ideolojiye bağlılık,
devrime inanç, halk ve vatan sevgisi gerektirir. Ölüm Orucu her gün, her saat
bilerek, isteyerek ölüme yürüyebilme kararlılığıdır, ölürken geleceğe umutla
bakmaktır. Çünkü içimiz rahattır, biz üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmişiz,
yarınlara güzelşeyler bırakmışızdır. “Ölürken
ölümsüzleşmek” budur. Bu partimizin yarattığı bir kültürdür. Bu kültür Mahir’den
bu yana yaygınlaşmış, gelenekselleşmiştir. İşte bu yüzden ki bizler hep
destansı direnişlerle akla geliriz. 84 ve 96 Ölüm Orucu şehitlerimiz feda
kültürünün kahramanları olarak bize örnek oluyorlar.
Kadın Ölüm Orucu direnişçisi
olarak İdil olmak hepimizin hedefi. İdil dünyanın
ilk kadın Ölüm Orucu şehidi. İdil’den
devraldığımız mitralyözümüzü şimdi biz konuşturacağız. Bunun için de kadın Ölüm
Orucu direnişçileriyle yarış içindeyiz. Bu ne büyük bir güç değil mi? İnsanlar
ölüme düğüne gider gibi tatlı bir yarış içinde yürüyor. Sorumluluğumuz büyük biliyoruz.
Halkımızın umudunu asla karatmayacağız. Ak saçlı analarımız, babalarımız için,
geleceği karartılmak istenen çocuklarımız için, tüm halkımız için “direceneğiz”. Bu direniş insanlarda fırtılanalar
yaratacak. Yine destansı direnişlere tanık olacağız. Ulucanlar’ın
ilk kadın şehidi olma onuruna erişebilirsem ne mutlu bana.
Hakkında
Daha Geniş Bilgi İçin...
Yoldaşları, yakınları
Fatma Hülya Tumgan’ı Anlatıyor: